Türk edebiyatında şiirlerinde nevi şahsına münhasır üslubuyla okurlarının her dönem beğenisini kazanan şair Can Yücel’in ölümünün ardından 24 yıl geçti.
Eski Milli Eğitim Bakanı, Köy Enstitülerinin kurucusu ve öğretmen Hasan Ali Yücel‘in oğlu, Canan Yücel Eronat‘ın ikiz kardeşi ve ressam Su Yücel’in babası Can Yücel, 21 Ağustos 1926’da İstanbul Kumkapı’da dünyaya geldi.
Yücel, eğitimine Boğaziçi İlkokulunda başladı. Ancak ikiz kardeşiyle sürekli kavga ettiği için üçüncü sınıftan itibaren eğitimini yatılı sürdürdü.
Çocukluğuna ilişkin yaptığı bir açıklamada, babasız geçen çocukluğuna dikkati çeken usta şair, “Babam öteden beri sadece bana değil herkese karşı şefkatli bir adamdı. Sevecendi. Yalnız bizim hayatımız, çocukluk sırasında pek birlikte geçmedi. Babam maarif müfettişiydi. Ömrü hep İstanbul’un dışında geçti. Sonra vekil olunca bizi Ankara’ya aldırttı. Ondan dolayı bir bakıma uzaktan sevebildik babamı.” ifadelerini kullanmıştı.
Can Yücel, babasının görevi dolayısıyla Ankara’ya taşınmalarının ardından, ortaöğrenimine 1938’de kardeşi Canan’la birlikte Taş Mektep’te başladı.
Unutulmaz edebiyatçı, 1941’de Ankara Erkek Lisesi’nde eğitimine devam etti. Edebiyat öğretmeni Cevdet Kudret’in öğrencisi olan Yücel, bir açıklamasında eğitimi sırasında şiir okumaları yaptıklarını, dünya edebiyatını tanıdığını ve Latince öğrendiğini aktarmıştı.
BABASININ DESTEĞİYLE ŞİİRE YOĞUNLAŞTI
Yücel, ironik yönü ağır basan şiirlerinde, halk ağzına, halk türkülerinin deyişlerine ve argo sözlere de yer verdiği için sıkıntılı zamanlar geçirdi.
“Yaşamım benim en güzel şiirim” diyen şairin ilham kaynağı ve eserlerinin konuları doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygular üzerine şekillendi.
“Şiirin içgüdüsel bir duyguyla yazıldığını” düşünen şair, “İlk şiirimi 10 yaşında yazdım. Şiire, babamın yardımı çok oldu. Hep şiir çevresindeydim. Babam okur, babaannem okur… Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana.” demişti.
Unutulmaz edebiyatçı, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde kullandığı yalın dili ve buluşlarıyla edebiyatseverlerin dikkatini çekti.
Şiirle ilişkisi konusunda Yücel, verdiği bir röportajda şunları söylemişti:
“Farsça öğrenemedim. Arapça öğrenemedim ama Divan edebiyatını okuyabildim. Daha çok musikiyle ilgilendim. Babamın çevresi musiki çevresiydi. O zamanki radyo büyük bir okuldu, akademi sayılabilirdi. Oranın büyükleriyle daima toplantı halindeydi babam. En büyük zevki musikiydi. Onlardan Mevlevi musikisinin yanı sıra Yunus, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan ve birçok halk ozanını öğrendim.”
Usta şair, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji Bölümündeki eğitiminin ardından İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde Latince ve Yunanca eğitim gördü.
Londra’da BBC Radyo’nun Türkçe bölümünde spikerlik yapan ve çeşitli elçiliklerde çevirmenlik görevi üstlenen Yücel, askerliğini Kore’de tamamladı.
Güler Hanım ile 1956’da evlenen Can Yücel’in bu evlilikten kızları Güzel ve Su ile oğlu Hasan dünyaya geldi. Türkiye’ye 1958’de dönen Yücel, bir süre Bodrum ve Marmaris’te turist rehberi olarak çalıştıktan sonra bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını sürdürdü.
Can Yücel, 1989’dan sonra, eşiyle Datça’ya yerleşti ve burada bir yandan şiirler yazmaya bir yandan da dergilerde yayımlanmak üzere yazılar göndermeye devam etti.
İlk şiirlerini 1950’de “Yazma” kitabında okuyucuyla buluşturdu
İlk şiirlerini, 1950’de yayımlanan “Yazma”‘ kitabında toplayan Yücel, 1945-1965’te “Yenilikler”, “Beraber”, “Seçilmiş Hikayeler”, “Dost”, “Sosyal Adalet”, “Şiir Sanatı”, “Dönem”, “Yöne”, “Ant”, “İmece”, “Papirus” adlı dergilerde yazdı.
Usta şairin 1962’de İngiltere’deyken, 1709’dan kalma, Latin harfleriyle taş baskısı olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabı bulması geniş yankı uyandırdı.
Siyasal konularda da 1965’ten sonra çeşitli eserlere imza atan Yücel, “Yeni Dergi”, “Birikim”, “Sanat Emeği”, “Yazko Edebiyat” ve “Yeni Düşün” dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleriyle tanındı.
Yücel, çoğunda sevdiği insanları tarif ettiği şiirlerinde eşine, çocuklarına, torunlarına ve babasına sevgisini yansıttı. “Maaile” isimli bir eseri de bulunan Yücel’in, “Küçük Kızım Su’ya”, “Güzel’e”, “Yeni Hasan’a Yolluk”, “Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim” adlı şiirleri, ailesine yazdığı şiirler arasında yer aldı.
Lorca, Shakespeare, Brecht’in oyunlarını da çeviren şair Yücel, Shakespeare’in “Olmak ya da olmamak” anlamındaki “To be or not to be” cümlesini, “Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin” şeklinde Türkçeleştirmesiyle de dikkati çekti.
CAN YÜCEL’İN ESERLERİ…
Che Guevara ve önceki Çin Komünist Partisi Başkanı Mao Zedong’dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 12 Mart 1971’de 15 yıl hapse mahkum olan Yücel, 1974’deki genel afla hapisten çıktı ve hapiste yazdığı “Bir Siyasinin Şiirleri” adlı kitabını yayımladı.
Can Yücel’in 12 Eylül 1980 sonrasında kaleme aldığı “Rengahenk” isimli kitabı, müstehcen olduğu iddiasıyla toplatıldı. 1998’de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaret ettiği gerekçesiyle Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Yücel, bir yıl iki ay hapis cezasına mahkum edilirken, Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu hükmü, “cezanın ertelenmesi gerektiği” görüşüyle bozdu.
Kendine özgü samimi ve yalın dili, muhalif bakış açısı, derin mizah duygusuyla kaleme aldığı eserleriyle Türk edebiyatının özgün şairleri arasındaki yerini alan Yücel, ünlü dünya şairlerinden çevirdiği şiirleri bir araya getirdiği “Her Boydan” adlı eserini 1959’da yayımladı.
Yücel, yapıtlarını “Yazma”, “Sevgi Duvarı”, “Bir Siyasinin Şiirleri”, “Ölüm ve Oğlum”, “Şiir Alayı”, “Rengahenk”, “Gökyokuş”, “Canfeda”, “Çok bi Çocuk”, “Kısadevre ve “Kuzgunun Yavrusu” adlı kitaplarda topladı.
“İNSANLAR KENDİ ADLARINA DEĞİL, KAİNAT ADINA YAZARLAR”
Zeynep Oral’ın “Sözden Söze” kitabında yayınladığı Can Yücel röportajında, Yücel şiir hakkındaki düşüncelerini şöyle ifade etmişti:
“Şiir gürültüden müziğe geçmektir. Şiir evrenin -bak kainatın demiyorum- içinde büyük seslerin, molekül ve atomlardan başlayan bütünlüğü, bu bütünlüğün müziğidir. Şairin görevi bu musikiyi kurmaktır. Kozmostan aşağı şiir yazılmaz. Üst tarafı minördür… Harika o ki, insanlar kendi adlarına değil, kainat adına yazarlar. Bütünselliğin dışında şiir yoktur. Hayat ve ölüm de bütündür. Şiir bu bütünden çıkan büyük çılgınlıktır.”
Usta şair, 12 Ağustos 1999’da İzmir’de, 73 yaşında hayatını kaybetti.
Şairin ölümünden sonra Datça Belediyesi ve ailesi tarafından, anısına edebiyat ve kültür-sanat şenlikleri düzenlenirken, Datça’daki evi müze haline getirildi.